Sinan Kafadar

Genç yaşta, İstanbul’un kent kimliğiyle özdeşleşmiş Sultanahmet Four Seasons Oteli’yle başlayan mimari kariyer Sinan Kafadar’ı marka otellerin aranan mimarlarından biri yaptı. Mimar turizm yapılarındaki deneyimini son dönemde City’s Nişantaşı ve Palladium gibi alışveriş merkezi projelerine de aktarıyor.

Metex Design Group’un ortağı Sinan Kafadar mesleki serüveni boyunca Türkiye ve yurt dışında, büyük kısmı turizm yapıları, konut, ofis ve ticari yapılardan oluşan pek çok projeye imzasını attı. Four Seasons Sultanahmet, The Ritz Carlton, Mövenpick, The Marriott otelleri mimarın en iyi bilinen işleri arasında. Sinan Kafadar ile mimarlık stüdyosunda buluşuyor; son dönemde gerçekleştirdiği City’s Nişantaşı ve Palladium alışveriş merkezi projelerinin tasarım sürecini; kentin farklı noktalarında yükselen ve sayıları giderek artan alışveriş merkezlerinin içinde bulunduğu kentle nasıl bir ilişki kurduğunu; yeni bir kamusal alan önerisi olarak yaşam biçimlerimizi ve bulunduğu çevreyi nasıl dönüştürdüğünü tartışıyoruz.

Ağırlıklı olarak otel projelerinin aranan mimarlarından biri olduğunuzu biliyoruz ama City’s Nişantaşı, Ataşehir’deki Palladium, Florya Akvaryum gibi alışveriş merkezlerinden başlayarak birçok ticari yapıyı da hayata geçirmeye başladınız. Bu alana nasıl yöneldiğinizden söz edebilir miyiz önce?

City’s Nişantaşı, bulunduğu konum nedeniyle, hem mimari hem iç mimari özellikleri açısından bizim için gerçekten önemli projeler arasında. City’s Nişantaşı yapılırken öncelikle çok derin bir kazı yapıldı. Alışveriş merkezinin dikey aksta vurgulanmış olması, birçok problemle beraber birçok çözümü de beraberinde getirdi. Projenin bana gelmesi de bir  tanışıklığa dayanıyor. City’s Nişantaşı’nın sahibi İhsan Güler, çocukluk arkadaşım. Şişli Terakki ile anlaşma yaptıklarını, 30 yıllık işletme karşılığında binayı yapacaklarını söylediğinde, biz de düşünmeye başladık. Önce açıkçası -biraz romantik bir mimari yaklaşımla diyebilirim- daha açık, Nişantaşı’ndaki alışveriş alışkanlığını da buraya yansıtacak, tümüyle dükkanların önünden geçen gezinti rampalarından oluşan; insanların çevresinden dönerek ineceği ve bütün çekirdekleri ortaya toplayan bir AVM tasarladık. Ve ardından her iki tarafta da atriumun olması gerektiği, bunun ticareti de canlandıracağı, insanların tur yapmaktan hoşlanmadığı gerçeğiyle yüzyüze geldik. Tabii, alışveriş merkezlerinde danışmanlarla birlikte çalışılıyor; onlar da mimarı kendi mesleki tecrübeleri dolayısıyla yönlendiriyor ister istemez. Açık AVM yapamayacağımızı anlayınca bu mevcut plana doğru gittik ama o arada sigara yasağını atlamış olduk. Maalesef, yiyecek içecek ticaretini canlandırmanın yolu, sigaradan geçiyor. Sonraki müdahalelerimizde, sinema katında bir bölümün ön kısmını teras haline getirdik, şimdi de “mahalle” diye yeni bir konsept ekliyoruz. Eski yiyecek içecek katımızın dış cephelerini açtık, açılır kapanır doğramalar koyduk ve hepsine dış cepheden balkonlar ekledik. Food court restoranları, fast food’dan biraz daha uzun oturmalı bir yiyecek teması üzerine kurgulanıyor. Maç günlerinde televizyonlarda maç izlenecek; sadece öğlen değil, akşamları da buluşulan, şarap peynir ikramlarının olduğu bir ortam tasarladık. Yılbaşına kadar bitmiş olması planlanıyor.

Yazının devamı için lütfen tıklayınız.